Beyaz Geceler: Bilinçaltının Gölgesinde Bir Aşkın İmgesi

tarafından
Ekim 16, 2025
görülme

Fyodor Dostoyevski’nin Beyaz Geceler adlı kısa romanı, Petersburg’un puslu sokaklarında dolaşırken insanın iç dünyasının en derin köşelerine dokunur. Bu hikâyeyi okurken yalnızca bir aşk öyküsüne değil, aynı zamanda ruhun karanlık labirentlerinde gezinen bir insanın içsel serüvenine tanıklık ederiz. Beyaz gecelerin o tuhaf aydınlığında, sanki gerçek ile hayal arasındaki sınır silinir; karakterler de bu belirsizliğin içinde kaybolur. Dostoyevski’nin kalemiyle Petersburg; yalnızlığın da, arzunun da, bastırılmış duyguların da mekânı hâline gelir.

Yazarın diğer eserlerinde olduğu gibi burada da kahramanlar, bilinçdışı arzularının yönlendirdiği karmaşık ruh hâlleri içindedir. Özellikle Hayalperest’in iç konuşmaları, Freud’un insan zihnine dair kuramlarıyla neredeyse birebir örtüşür. Çünkü Dostoyevski, karakterlerini yalnızca “davranan” insanlar olarak değil kendi iç dünyalarıyla sürekli çatışan varlıklar olarak çizer. Freud’un psikanalitik kuramı da tam burada devreye girer; bastırılmış arzular, çocukluk özlemleri, ulaşılmaz sevgiler… Hepsi Beyaz Geceler’in sayfalarında bir gölge gibi dolaşır.

Hayalperest: Bastırılmış Arzuların Sığınağı

Romanın anlatıcısı olan “Hayalperest” Dostoyevski’nin en melankolik karakterlerinden birisidir. Dış dünyaya ait olamayan, insanlarla bağ kurmakta zorlanan bu karakter, tüm enerjisini kendi iç dünyasına yöneltir. Freud’un bilinçdışı kavramını hatırlatır biçimde, Hayalperest’in yaşadığı duyguların çoğu farkında olmadığı arzuların ürünüdür. Gerçek yaşamla kuramadığı temas, onu fantezilere ve düşlere yönlendirir; böylece bastırılmış duygularını güvenli bir biçimde dışavurabileceği bir hayal alanı yaratır.

Freud’un “bastırma (repression)” kavramı burada belirleyici bir rol oynar. Hayalperest, toplumsal çevresiyle uyum sağlayamayan, iletişimde çekingen, sevgiye muhtaç ama bunu dile getiremeyen bir figürdür. Bu nedenle arzularını bilinçli olarak değil, hayal gücü üzerinden yaşar. Nastenka’ya duyduğu aşk da bu bastırılmış arzularının bir yansımasıdır; o, kadının kendisini değil, zihninde inşa ettiği idealize edilmiş olan “imgeyi” sever. Freud’un “narsisistik aşk” olarak tanımladığı, kişinin kendinde eksik olanı bir başkasında bulma arayışı, Hayalperest’in Nastenka’ya duyduğu duyguda açıkça görülür.

Nastenka ile geçirdiği o kısa süre, aslında onun için bir “rüya” süresi gibidir. Beyaz gecelerin aydınlığı altında yaşadığı aşk, karanlığa uyanınca bir illüzyon olarak dağılır. Bu durum Freud’un “rüya ve gerçeklik” arasındaki ilişkiyi ele alırken vurguladığı, bilinçdışı arzuların rüyalar aracılığıyla doyurulma çabasını hatırlatır. Hayalperest için Nastenka, bir rüyanın sembolüdür; ulaşılması imkânsız, ama hayal edildiğinde ruhu var eden bir düş.

Nastenka: Anne İmgesinin Yansıması ve Arzunun Aktarımı

Nastenka, romanın yüzeyinde kırılgan, saf ve sevgi dolu bir genç kız olarak görünür. Ancak psikanalitik bir okuma, onun bu masumiyetinin ardında da karmaşık duygusal dinamiklerin bulunduğunu gösterir. Freud’un “Oidipus kompleksi” kavramı üzerinden düşünüldüğünde, Nastenka’nın Hayalperest için bir “anne imgesi” oluşturduğu görülür. Nastenka hem ulaşılmazdır hem de koruyucudur; sevgi verir ama bu sevgi sınırlandırılmıştır. Hayalperest’in ona duyduğu aşk, yalnızca romantik bir ilgi değil, anneye yöneltilmiş ama bastırılmış sevginin sembolik bir yansımasıdır.

Freud’un “aktarım (transference)” kavramı Nastenka için de geçerlidir. O da geçmişteki sevgilisine duyduğu bağlılığı Hayalperest’e aktarır. Bu nedenle, Hayalperest ile yaşadığı yakınlaşma, aslında geçmiş bir duygunun yeniden sahnelenmesidir. Nastenka’nın hikâyede sürekli bir “bekleme hâli” içinde oluşu — sevgilisinin geri dönmesini umut etmesi, sonra Hayalperest’e yönelmesi — onun da arzularını bastırma ve yön değiştirme biçimlerini gösterir. Freud’a göre, bu tür duygusal aktarımlar, kişinin geçmişte çözemediği duygusal deneyimleri yeniden yaşama çabasından doğar.

Nastenka’nın bir anda eski sevgilisine dönmesi, Hayalperest’in yıkımı kadar onun kendi bilinçdışı kararsızlığının da sonucudur. Dostoyevski, bu sahneyle birlikte hem arzunun hem de sadakatin doğasını sorgular. Nastenka, Hayalperest’in zihninde bir “arzu nesnesi” olmaktan çıkar, “gerçek bir insan” hâline gelir ve bu dönüşüm onun artık ideal değil, ulaşılmaz olduğunu simgeler.

Aşkın Gerçekleşemeyişi: Haz ve Gerçeklik Arasında

Romanın finalinde aşkın gerçekleşmemesi, Freud’un “haz ilkesi” ile “gerçeklik ilkesi” arasındaki çatışmasını temsil eder. Hayalperest, haz ilkesinin yönlendirdiği bir karakterdir: duygularını doyurmak, arzularını yaşamak, sevginin verdiği mutluluğu tatmak ister. Ancak gerçeklik ilkesi, yani dış dünyanın sınırlamaları, bu arzuların önüne geçer. Nastenka’nın eski sevgilisine dönmesi, Hayalperest’in iç dünyasında hazdan gerçeğe geçişin sancılı bir anı olur.

Freud’un belirttiği gibi, insan ruhu çoğu zaman arzularını bastırarak hayatta kalır. Beyaz Geceler’de bu bastırma, hem kahramanın hem de okurun deneyimidir. Hayalperest’in aşkı gerçekleşmez, ama o aşkın bıraktığı iz, onun içsel dünyasında kalıcı bir yer edinir. Dostoyevski bu noktada bize şunu hatırlatır: Bazen gerçek mutluluk, arzunun gerçekleşmesinde değil, onun hayalinde saklıdır.

Beyaz Geceler Bir Rüya mıydı?

Freudyen bir bakış açısıyla Beyaz Geceler, yalnızca romantik bir hikâye değil, insan bilinçaltının sahnelendiği bir içsel tiyatrodur. Hayalperest ve Nastenka, arzu ile bastırma, sevgi ile kayıp, hayal ile gerçeklik arasındaki bitmeyen çatışmanın sembolleridir. Dostoyevski, Petersburg’un hiç kararmayan gecelerinde, insanın kendi iç karanlığını görünür kılar.

Romanın sonunda Hayalperest’in gözyaşları, bir kaybın değil, bir farkındalığın işaretidir. O artık yalnızca Nastenka’yı değil, kendi bilinçdışını da tanımıştır. Freud’un “insan, bastırdığı şeyin kölesidir” sözü, Dostoyevski’nin bu eserinde yankılanır. Beyaz Geceler, insanın kendine bile itiraf edemediği duygularla yaşadığı bir iç hesaplaşmadır. Ve belki de en dokunaklı yanı, o hesaplaşmanın hiçbir zaman tam anlamıyla bitmemesidir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.