Film ile İlgili Genel Bilgiler
Blue Velvet, David Lynch’in dördüncü uzun metraj filmidir. Daha önce Eraserhead (1977) ve The Elephant Man (1980) ile başarılı bir çıkış yakalayan yönetmen, Dune (1984) ile istediğini elde edememiş ve negatif eleştirilerin tam ortasında kalmıştı. Lynch, Dune’da zorlu bir süreç geçirse de, daha sonra Twin Peaks (1989) dizisinde birlikte çalışacağı Kyle MacLachlan’ı keşfetti ve yeni filmi Blue Velvet’in kahramanı Jeffrey Beaumont rolünü ona verdi. Blue Velvet’in gelecekteki Lynch sineması için bir diğer önemi de, Lynch filmlerinin unutulmaz özelliklerinden olan ve atmosferi baştan aşağı etkileyen Angelo Badalamenti müziklerinin bu filmle başlamasıdır. Angelo Badalamenti ve David Lynch ortaklığı bu filmden sonra Twin Peaks, Wild at Heart (1990), Lost Highway (1997), The Straight Story (1999) ve Mulholland Drive (2001) filmlerinde de devam etmiş ve ikonik hâle gelmiştir. Kyle MacLachlan’ın yanı sıra, daha sonra Wild at Heart’ta ve Inland Empire (2006) filmlerinde göreceğimiz Laura Dern de Blue Velvet ile David Lynch’le olan ortaklığına başlamıştır. Filmin görüntü yönetmenliğini daha önce Eraserhead’i çeken ve Blue Velvet’ten sonra Wild at Heart’ta da görev alacak olan Frederick Elmes yapmıştır. David Lynch, Blue Velvet ile Academy’nin En İyi Yönetmen ödülüne aday gösterilmiştir.

Blue Velvet Filminin Hikayesi Nedir?
Jeffrey Beaumont (Kyle MacLachlan) adlı genç adam, hastanede yatan babasını ziyaret ettikten sonra evine dönerken geçtiği bahçede kesik bir kulak bulur. Kesik kulağı polise götüren Jeffrey kendi merakına da engel olamaz ve olayı araştırmaya başlar. Kendisine polis şefinin genç kızı Sandy Williams (Laura Dern) yardım eder. Jeffrey’nin polisten gizli yaptığı soruşturma onu gizemli bir şarkıcıya ulaştırır. Dorothy Vallens (Isabella Rossellini) adlı bu şarkıcı Frank Booth (Dennis Hopper) isimli karanlık bir adamla ilişki içerisindedir. Jeffrey kendisini Dorothy’nin peşinde ve mafyatik durumların içerisinde bulur.
Bu sıradan görünen Amerikan kasabasının gizemli tarafını Jeffrey ile keşfederken bir yandan da aile ilişkileri, ABD toplumunun yozlaşmış yüzü ve bilinçaltı gibi temalarla rüyaların içerisine dalıyoruz. Yazımızın buradan sonraki kısmında filmle ilgili seyir zevkinizi kaçırabilecek detaylar konuşacağız. Spoiler uyarımızı da verdiysek, filmi anlamak için çok önemli bir kaynak olan Freud’un psikanalizinden kabaca bahsedelim.

Sigmund Freud’un Psikanaliz Kuramı ve Blue Velvet Filminin Freudyen Kuram ile İlişkisi
Sigmund Freud, çalışmalarıyla sanat dünyasını etkilemiştir. Yalnızca sinemada değil, edebiyatta da karakterleri anlamamız için ilk başvuracağımız kaynaklardan biridir. Sadece izleyici ya da okur için değil, yaratıcı için de bir rehberdir. David Lynch sinemasında bilinçaltının baskınlığı inkâr edilemez. Lynch’in bizi rüya alemine götüren filmlerinde karakterleri ve karakterlerin birbiriyle olan iletişimini çözümlememizde Freudyen Kuram, başvuracağımız ilk kaynaktır. Blue Velvet için de Freud’dan aşina olduğumuz id, ego, süperego, Oidipus, haz ve gerçeklik ilkeleri, oral, anal ve fallik dönemler gibi kavramlar filmi anlamamızda önemlidir. Çok basite indirgemek gerekirse, id için hazlarımız, süperego için vicdan ve ahlaki normlar, ego için de iki katman arasındaki dengeyi sağlayan gerçekçi kısım diyebiliriz. Bu kavramların doğru bilimsel tanımlarını araştırabilirsiniz. Süperegonun gelişiminde erkek evlat için baba önemli bir rol oynar. Kadınlar için ise anne rol oynar. En nihayetinde bunlar geleneksel cinsiyet rollerine dayanan kısımlardır. Oidipus kompleksi için de basitçe erkek evladın anneye duyduğu aşkı diyebiliriz. Bu kompleksi yaşayan çocuklar, çocukluklarında babayı kendilerine rakip görürler. Onlara göre, hayatlarındaki en değerli kişi olan annenin sevgisi paylaşılmamalıdır. Sağlıklı olan süreçte çocuk babayı rakip olarak görse de annenin sevgisini alabilmek için annenin sevdiği kişiyi idolleştirir, baba gibi olmaya çalışır. Doğal olan bu süreç sekteye uğradığında, Oidipus kompleksi ortaya çıkar.

Filmin henüz açılış sahnesinde gördüğümüz fenalaşan baba ile olanlardan habersiz onu izleyen çocuğun görüntüsü bize önemli bir ipucu verir. Ana karakterimiz genç Jeffrey’nin hayatında bir baba figürünün eksikliğini çektiğini, Lynch bize ilk kez bu sahneyle söyler. Devamındaki sahneler de bunu desteklemeye devam eder. Babasının hastanede yatması ve Jeffrey’nin evinde sadece annesi ve teyzesi gibi kadın figürlerin olması, Jeffrey’nin toplumun kabul edeceği şekilde olgunlaşmadığının bir göstergesidir. Nihayetinde hayatında bir baba yoktur. Jeffrey’nin gerçeklik değil, hazla hareket ettiğini görürüz. Baba figürünün eksikliğinden dolayı süperego gelişimini tamamlayamamıştır. Jeffrey id ile hareket eder, hazlarından kopamaz. Bunu destekleyen en önemli sahneler ise, kesik kulağı polise verdikten sonra kendi soruşturmasını yapmaya başlaması ve Dorothy’yi gözetlemesidir. Kendisine baba figürü olarak dedektif Williams’ı seçmiştir. Dedektif Williams da onu kendisine benzetmektedir: “Senin yaşındayken ben de senin gibiydim.” diyerek onun dedektifliğe olan düşkünlüğünü kendisi ile özdeşleştirir. Filmin bir rüya olduğuna dair teori/okuma doğru ise, Jeffrey’nin kendisine baba figürü olarak seçtiği bu dedektiften böyle bir şey duymayı hayal etmesi gayet doğal olur.

Blue Velvet ile ilgili en önemli teorilerden biri, filmin bir rüyadan ibaret olduğudur. Bunu destekleyen birçok sahne mevcuttur. Filmin başında gördüğümüz, kesik kulağın içine daldığımız andan itibaren bir rüyayı izlediğimiz söylenebilir. Asıl soru kimin rüyasının içinde olduğumuzdur. Akla ilk gelen ve en mantıklı görünen cevap Jeffrey’nin rüyasını izlediğimiz olabilir. Belki de Jeffrey kulağı teslim ettikten sonra evinden hiç ayrılmadı. Jeffrey’nin soruşturmasının büyük bir kısmı gece vaktinde gerçekleşiyor. İnsanların uyuduğu saatlerde Jeffrey, hazlarının gerçek olduğu bir rüya âlemine dalıyor. David Lynch’in Kyle MacLachlan ile olan iyi ilişkisini ve Twin Peaks’te yönetmenin kendisini temsil eden Dale Cooper karakterini Kyle’a verdiğini düşündüğümüzde, Blue Velvet filminde de Jeffrey’nin aslında yönetmenin bir yansıması olduğunu ve tüm bunların yönetmenin bir rüyasından ibaret olduğunu düşünmek gayet mantıklı. Fakat filmin katarsisinde yaşananları düşündüğümüzde, rüyayı görenin Sandy olması da gayet mantıklıdır.

Sandy’nin ardıç kuşları ile ilgili rüyasını hatırlayalım. Ardıç kuşları yokken bir kâbusta olduğunu ve kuşlar geldiğinde mutluluğun da geldiğini söylemişti. Filmin en başında, Jeffrey kulağı bulduğunda yerden topladığı taşlarla etraftaki tenekelere vuruyordu. Jeffrey’nin nişan almaktaki beceriksizliğini bu sahnede görmüştük. Jeffrey’nin Frank’i öldürebilmesi pek mantıklı görünmüyor. Yaşananların Sandy’nin gördüğü bir rüya olmasını destekleyen sahnelerden birisi de buydu. Sandy kendisini aldatan sevgilisini affetmişti. Belki de Sandy, o sahnede Frank tarafından öldürülen Jeffrey’yi aslında hiç affetmedi ve savunma mekanizması olarak, onun Frank’i öldürdüğü; gerçekte suçlularla iş birliği içinde olma ihtimali olan babasının gelip onları kurtardığı ve birlikte ardıç kuşları ile mutlu yaşadıkları bu rüyayı yarattı. David Lynch sineması ile ilgili en güzel özelliklerden biri, bize bu uç görünen teorilerin aslında gerçek olabileceğine dair ipuçları vermesidir. Sandy’nin babasına benzeyen bu genç adama olan aşkı, bu korkunç dünyanın bir kâbus olmasını istemesine sebep olmuş olabilir. Finalde gördüğümüz ardıç kuşları ve Jeffrey’nin kulağından geri çıktığımız görüntü, bu fikirleri destekliyor.

Filmin en kritik karakteri ise Dorothy. Frank’in Oidipus kompleksinin kurbanı olan zavallı Dorothy’nin istediği tek şey, oğluna kavuşmaktır. Dorothy ise tehlikenin tam merkezinde. İlk sahnelerde Sandy’nin Jeffrey’yi Dorothy’nin evine götürdüğünü görüyoruz. Bu sevimli Amerikan kasabasında Dorothy’nin evine yaklaştıkça tekinsizlik artıyor. Dorothy’ye yaklaşınca arabadaki serserilerin Sandy’ye laf attıklarını görüyoruz. Dorothy’ye yaklaştıkça rahatsız edicilik de artıyor. Frank annesine olan ihtiyacını, Dorothy ile gidermeye çalışıyor. Dorothy’nin elinden oğlunu alarak adeta kendisini Dorothy’nin oğlu konumuna sokuyor. Frank ile ilgili problemlerin oral dönemde (0-1 yaş arası) başladığını söyleyebiliriz. Mavi kadifeyi bir başkasının ağzına sokması, ağız ve burundan solunum yoluyla alınan bir madde kullanması ve id’i ile hareket etmesi bunu destekliyor. Dorothy için ise bir babaya ya da anneye ihtiyaç durumundan ziyade oğluna olan özleminden bahsedebiliriz. Frank zorla kendisini erkek evlat konumuna sokmaya çalışsa da Dorothy kendisine evlat ve partner olarak Jeffrey’yi seçiyor.

Blue Velvet’in de önemli bir parçası olduğu Lynch sineması, her okumada farklı anlamların çıkabileceği ve tekrar tekrar izledikçe güzelleşen filmlerden oluşur. Blue Velvet, eşsiz renkleri, dekorları ve müzikleriyle bizi rüyalar aleminde gezdirirken, bilincimizin en derinlerine ulaşır. Sadece Amerikan kasabalarında yaşayanların değil, her insanın kendinden ve en çok da kendi çocukluğundan özdeşleştirmeler yaşayabileceği bu filmi herkes mutlaka izlemeli.