Yaz aylarının ülkemizin en favori tatil illerinden biri olan İzmir’le karşılaşmam 12 Temmuz’da oldu. Bundan öncesinde şöyle bi’ Kordon’u dolanıp ardından hemen Çeşme’ye geçtiğim ufak bir kaçamağım olsa da, tek başıma olmadığım hiçbir gezi için “keşif” diyemiyorum ben. Hadi bunu ilk karşılaşmamız sayalım o yüzden (:
4 günlük maceram, sabahın ilk ışıklarında otogara inişimle başladı. Bir süre fellik fellik etrafta İzmirim Kart çıkartacak bir yer aradıktan sonra en nihayetinde bulamayıp kredi kartının geçerli olduğunu öğrenip kendimi otobüse atıyorum.
Yarım saatlik bir yolculuktan sonra sabah 8 sularında Alsancak’a vardım ve havanın o tatlı sıcağında boyoz yiyeceğim tarihi bir fırına doğru yürümeye başladım. Son derece boş bir mideyle, 35 dakikalık manzaralı bir yürüyüşün ardından enerji depolarımı dolduracak boyozuma kavuştum. E tabi sonrasında bu muhteşem kahvaltıyı tıpkı benim gibi bir izmir bomba ile taçlandırmak isteyenler olursa, yazarın şiddetli tavsiyesidir…
Bu günün planında, akşama Basmane Gar’dan Selçuk’a trenle geçmek olduğundan, merkezi güzelce gezebilmek için sadece 10 saatim var.
Start çizgisini geçip yarışmaya başlamak gibi bir hisle ilk durağıma yol alıyorum…
Atatürk Müzesi
Kordon’un en güzel noktalarından birinde yer alan Atatürk Müzesi, 19. yüzyılın sonlarında bir İzmirli tüccar için inşa edilmiş görkemli bir konakmış. Daha sonra Levanten aileler ve yabancı tüccarlar tarafından kullanılmış, Cumhuriyet’in ilanından sonra ise Atatürk’e hediye edilmiştir. Kendisi, İzmir’de geçirdiği vakit boyunca hem resmi hem özel görüşmelerini burada yapmış. 1941 yılında ise bina, müze sıfatını alarak halka açılmıştır.
Yurdumuzun her köşesinde olan Atatürk Evleri ve Müzeleri gibi burası da adeta bir zaman yolculuğu gibi. Atatürk’ün kullandığı eşyalar, çalışma masası, kıyafetleri, fotoğrafları ve o balmumu heykelleri…
İçerideki sessiz atmosferle birlikte beynime, çocukluğumda ders kitaplarında gördüğüm tüm bilgiler akın edip birer birer canlanıyor. Hem tarihi anlamak hem de Atatürk’ün İzmir ile kurduğu bağı hissetmek için çok güzel bir durak. Ve ayrıca ücretsiz.
Not olarak belirtmek isterim ki, her odanın avizesindeki detaylar incelenmeye değer. Çok güzel ve orijinal figürler var. Bir süre sonra kendimi hep avize fotoğrafı çekerken buldum. Bir tanesini ekliyorum:

Daha sonrasında içimdeki deniz aşkına dayanamayarak, aslında daha yakın noktalara önce gidebilecekken yolu uzatıyorum ve Alsancak iskelesinden Karşıyaka’ya feribotla geçme kararı alıyorum.
Seyahatlerimde en çok yapmayı sevdiğim şey sokaklarda öylece dolaşmak olduğundan, mis gibi deniz rüzgarını yediğim feribot yolculuğundan sonra çarşının içine kendimi atıveriyorum.
Adımımı attığım ilk andan itibaren hemen buraya bir sempati beslemeye başlıyorum. Trafik ışıklarının ardında arşınlanmayı bekleyen uzun caddenin girişinde, İzmir’in kadın amazonlar tarafından kurulduğu hikayesinden yola çıkılarak hazırlanan kadın heykelleri karşılıyor beni.
Yürümeye devam ediyorum ve buranın bir alışveriş caddesi olmasının hakkını vermek için birkaç takı dükkanı geziyorum. Çok geçmeden, güzel kokuların geldiği bir fırını gözüme kestirip hemen bir kumru alıyorum. Ekleyeyim, harika bir öğündü ve pek de sağlıklı olmayan kahvaltımdan sonra çok iyi gelmişti.
Kumrumun tadını ve caddenin canlı havasının keyfini çıkardıktan sonra ara sokaklarda epey dolandım ve bir süre sonra denizi yine kadrajıma almak için sahile doğru yöneldim. Burada, kişisel olarak pek sevdiğim yazlık apartman mimarisini sağıma almış incelerken karşıma bir konak çıkıveriyor. Adımlarımı istemsiz durduruyorum, güneş gözlüğümü çıkarıp “Bu ne ya? Ne kadar güzel bir konak burası!” diyerek, başlıyorum yaklaşmaya. Beni heyecanlandıran bu yapının fotoğrafını da iliştireyim hemen:

Önce müze veya devlet dairesine çevrilmiş bir yapı olduğunu düşünüyorum fakat sonradan fark ediyorum ki burası bir kafe! İçine girebilecek olduğum için çok seviniyorum tabii ki. İçeride beni sıcak, tatlı bir atmosfer karşılıyor. İçeceğimi ve tatlımı beklerken etrafı inceliyorum. Bu sırada duvarda konağın hikayesinin anlatıldığı bir yazıya çarpıyor gözüm. Meğer, zamanında anaokulu olarak bile kullanılmış olan bu bina, dönemin Levanten ailelerinden biri tarafından yaptırılmış. Levanten ailelere bir parantez açıp kim olduklarına bakmak faydalı olabilir;
Levanten aileler, Osmanlı döneminde özellikle 17. yüzyıldan itibaren İzmir, İstanbul ve bazı liman kentlerine yerleşmiş, genellikle Avrupa kökenli tüccar ve banker ailelerdir. Levantenler sadece ticaretle değil, aynı zamanda sosyal hayat, mimari ve kültür üzerinde de izler bırakmış. Karşıyaka’daki bazı eski konaklar, Alsancak’taki zarif binalar, hatta İzmir’in kozmopolit yapısı bu ailelerin katkısıyla şekillenmiştir.
Siparişim hazır olur olmaz ahşap merdivenlere yönelip yukarı çıkıyorum. Bana özelmişçesine kimsenin olmadığı bir odaya kurulup, panjurlu, uzun, ahşap pencerenin önündeki koltuğa yerleşiyorum hemen. Manzaram ise, tarifsiz…

Burada hem yediklerimden hem de manzaradan o kadar keyif aldım ki, İzmir’deki son günümde yeniden bu kafeye gelebilmek için rotamda değişiklik bile yaptım. Bana kalsa, buradaki 40 dakikamın keyfini uzun uzadıya anlatırım ama şimdilik güzergahımızdaki diğer noktaları anlatma vakti.
Nefis bir moladan sonra Bostanlı iskelesine doğru yürürken birden bana ne kadar uzak olduğunu ve yürümenin zaman alacağını anlayarak tramvay beklemeye başlıyorum. İzmir’deki tramvayların denize sıfır olmasının ne kadar estetik, iç açan ve benzersiz bir deneyim olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Öylece beklerken karşımdaki masmavi denizi seyretmek harika bir histi.

Bu birkaç saatlik kısa ziyaretim gün ortasına denk geldiği için buralarda pek insan görememiş olsam da, eminim siz başka bir zaman sahilde yürürken palmiyelerin gölgesinde bisiklet sürenlerle, köpeğiyle yürüyüşe çıkanları ve gitar çalan gençleri görebilirsiniz.
Karşıyaka’ya haksızlık olmasın diye güzelliğinin sadece bugüne ait olmadığını, kısa bir tarihçeyle anlatayım isterim.
Osmanlı döneminde küçük bir balıkçı köyüymüş Karşıyaka. 19. yüzyılın sonlarına doğru Levanten ailelerin, tüccarların ve İzmir’in önde gelen isimlerinin yerleştiği bir bölgeye dönüşmüş zamanla. Rum ve Ermeni topluluklarıyla Türklerin yan yana yaşadığı bu yerde, farklı kültürlerin izlerini bugün hâlâ görebiliyoruz. Eski konakları, köklü çınar ağaçları ve mahalle dokusu, Karşıyaka’yı İzmir’in çok kültürlü ruhunu yansıtan bir mozaik haline getirmiş diyebiliriz.
Benim kısıtlı vaktimden dolayı ziyaret edemediğim Zübeyde Hanım Anıt Mezarını da not düşelim. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, hayatının son yıllarını Karşıyaka’da geçirmiş ve buraya defnedilmiştir. Buranın da listenizde bir durak olmasını tavsiye ederim.
Karşıyaka dosyasını şimdilik kapatıp feribotla Konak’a geçelim.

İskeleye iner inmez tramvay yoluyla ve listemdeki diğer noktaları işaret eden tabelalarla karşılaşıyorum. Doğru yerdeyim.
Zaten çok yakında olan saat kulesi ve camii ikilisinin olduğu meydanda bir süre iyi ve insansız bir kare yakalamak için fotoğraf makinemle tur atıyorum.
Buradan ayrılmadan önce tarihine bir göz atalım.
İzmir Saat Kulesi
İzmir’in simgesi olduğu konusunda hem fikiriz diye düşünüyorum… Konak Meydanı’nın en göz alıcı yapısı, hiç şüphesiz bu Saat Kulesi. 1901 yılında Sultan II.Abdülhamid’in tahta çıkışının 25.yılı anısına inşa edilmiş.

Osmanlı’nın son dönem mimarisini yansıtan ince, uzun ve zarif bir görünüme sahip. 25 metre yüksekliğinde ve dört tarafında da çeşme bulunuyor. Maalesef bu çeşmeler şu anda faal değil. İstanbul’daki turistik yerlerde de çeşmelerimizin bozuk olması beni üzüyor çünkü bunun çok güzel bir kültür mirası olduğunu düşünüyorum.
Kulenin mimarı ise Levanten kökenli Fransız Raymond Charles Père.
Saatler ise, Almanya İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilmiş. O yüzden hem Osmanlı hem de Avrupa izleri taşıdığını görüyoruz.
Yalı (Konak) Camii
Saat Kulesi’nin hemen yanında yer alan minnoş ama çok zarif bir camii. Sekizgen planlı ve tek kubbeli, bu yönüyle klasik Osmanlı camilerinden farklı. Duvarlarındaki İznik çinileri camiye ayrı bir estetik katıyor. Küçük boyutuna rağmen oldukça süslü ve dikkat çekici.

Tabelaları takip edip çarşıdan içeri yürümeye başlıyorum. Zamanım git gide azaldığı için hızlı adımlarla navigasyon eşliğinde Agora’yı arıyorum. Vaktiniz varsa, eski zamanlardaki gibi tabelaları takip etmenizi, birilerine yolu sormayı ya da içgüdünüze güvenerek sokaklara dalmanızı tavsiye ederim, zira ben çok büyük zevk alıyorum bunu yaparken.
Agora Ören Yeri
Agora’yı bulur bulmaz ilk işim sırt çantamı girişteki bahçeye bırakarak kurtulmak oluyor çünkü kendisi çok ağır. Artık daha hafif hissettiğim için yeraltındaki adalet sarayına inerken süzülüyorum adeta.
Burası, İzmir’in Antik Smyrna döneminden kalan en önemli yapılarından biri. “Agora” kelimesi, antik Yunan şehirlerinde pazar yeri ve toplanma alanı anlamına geliyor. Yani hem ticaretin hem de sosyal yaşamın kalbinin attığı yer.
Aslında ilk Agora, MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender’in Smyrna’yı Kadifekale eteklerinde yeniden kurmasıyla inşa edilmiş fakat bugünkü kalıntılar ise Roma İmparatoru Marcus Aurelius dönemine ait. MS 178’deki büyük İzmir depreminden sonra ise yeniden yapılmış. Roma döneminde şehrin en hareketli merkezi; hem resmi işler, hem ticaret, hem de günlük yaşamın aktığı bir yermiş.
Dikdörtgen planlı büyük bir avlusu var. Avlunun çevresinde sütunlu galeriler, dükkanlar ve resmi yapılar yer alıyor. İşin en güzel kısmı ise bu tarihin üstünde yürürken o dönemi hayalinizde canlandırmak. Satıcılar, aşıklar, çocuklar, yaşlılar…
Günümüzde özellikle kemerli bodrum katları, su kanalları ve sütun kalıntıları dikkat çekici. Bu günlere gelebildikleri için çok şanslıyız.

Sadece bir pazar yeri değil, aynı zamanda halkın toplandığı, mahkemelerin kurulduğu, resmi işlerin yürütüldüğü bir merkezdi demiştik. Bugün bile İzmir’in göbeğinde yer alması, şehrin antik çağlardan günümüze kadar kesintisiz bir yaşam merkezi olduğunun kanıtı değil de nedir?
Burada, açlıktan ölürcesine harcadığım birkaç saatten sonra, geldiğim yolu geri yürüyerek tramvaya biniyorum. Son durağımız meşhur tarihi asansör olacak.
Tramvaylar iyi, hoş, serin de, pilim yarıya inmişken o yokuşlu ve merdivenli yolu çıkmak hiç hoş değil… O sırada hava 39 derece idi fakat sıcak havayı çok sevdiğim için şikayet etmiyorum.
Karataş tramvay durağında indikten sonra ortalama 15 dakikalık bir yürüyüşle asansörün olduğu mahalleye ulaşılabilir.
Tarihi Asansör
Yine Konak ilçesi sınırlarında, Karataş semtinde bulunan Tarihi Asansör, şehrin hem en güzel manzaralarından birine sahip.
1907 yılında, bölgenin ünlü Yahudi iş adamlarından Nesim Levi Bayraklıoğlu tarafından yaptırılmış. O dönem Karataş semtinde iki mahalleyi ayıran büyük bir yokuş varken, insanlar bu yokuşu çıkmakta çok zorlandığı için tüccar Nesim Levi, halka kolaylık sağlamak amacıyla bu asansörü inşa ettirmiş. Ancak anlatılan başka bir hikaye var ki o da, yokuştaki merdivenlerin üst kısmında evi olan Baba Devidas’ın bir gün merdivenlerde düşüp ayağını kırmasından sonra aşağıda yaşayan Nesim Levi’nin dostu için Avrupa şehirlerinde gördüklerine benzer böyle bir asansör yaptırmış olduğudur.
51 metre yüksekliğinde olan asansör, şimdilerde Mithatpaşa Caddesi ile Şehit Nihat Bey Caddesi’ni birbirine bağlıyor. Ayrıca, ilk yapıldığında asansörün biri buharla, diğeri ise elle çalışırken daha sonra elektrikle çalışır hale getirilmiş zaman içinde.

Asansörü çıkarken kapının önünde olduğunuzdan emin olun çünkü birkaç saniye sonra İzmir körfezi ayaklarınızın altında yükselmeye başlayacaksınız. Ben yakalayamadım ama özellikle gün batımında burada olmak en güzel aktivitelerden biri olsa gerek.
Yukarı çıktığınızda restoran ve kafelerde oturarak manzarayı seyredebilirsiniz, küçük bir seyir terası da var elbette. Ben biraz oyalanıp gar yolunu tutmayı tercih etsem de restoran epey hoş gözüktü gözüme, hatta içeri girip bir fotoğraf bile çektim.

1 günlük merkez gezi turum bu şekildeydi. Özellikle merkezi bölgelere 1-2 gün ayrılırsa rahatlıkla gezilebileceğini düşünüyorum. Ben dönüş günümde tekrar Konak’a gelip Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’ne de uğradım. Eğer müze gezmeyi seviyorsanız eserlerin çoğunun taşındığını hatırlatır ve listenize eklemenizi tavsiye ederim.
Yeniden boyoz ve bomba’lı bir İzmir kahvaltısı yapacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum!
Sevgiyle Kalın (:
Eslem