Günümüzde yeni medya hayatımızın çoğu anını kapsamış durumda. Instagram, TikTok, Twitter ve daha nicesi… Kaydırmaya o kadar alışmışız ki bir şeyleri çabucak tüketmek, zihnimize hızla empoze etmek sanki doğuştan bize yüklenen bir davranış olmuş gibi.
Bu nedenle kendi kendimize oturup bir şeyler öğrenme ya da okuma çabasına girmekten yoksun kalıyoruz. Hep arkada duran bir sese maruz bırakıyoruz kendimizi. Bir işimizi yaparken eşlik etsin diye açtığımız bir podcast, sesli kitap, YouTube videosu bize hazır bilgi sunuyor ve biz de kolayına kaçarak bilgiyi yutarak dinliyoruz.
Seslere çok alışmışız; neredeyse her işimizde arkada bir ses duymak olmazsa olmazımız haline gelmiş. Bu yüzden zihnimizi ve onun gerçek ihtiyaçlarını dinleyip anlamıyoruz. Böyle olunca da aslında hep “arka planda kalan sesler” bizi yönetmeye başlıyor.
Elbette bu seslerin kötü olduğunu söylemiyorum. Aksine faydalı buluyorum. Fakat bahsetmek istediğim şu: Her zaman bu hazır kaynaklara başvurmak yerine, kendimiz de çabalayıp zihnimiz için bilgi üretmeliyiz. Çünkü hazır bilgilere alıştıkça, açma-kapama düğmesiyle yönetilen bir makine gibi robotlaşıyoruz.
Zihnimizi yeni medyanın büyüsüne kaptırmadan, kendimiz için küçük adımlar atmak en yararlısıdır. Bunun için sadece o an bu düşüncenin bilincinde olmak ve okuma–öğrenme eğilimine başlamak gerekir. Sonrası zaten gelecektir. İlginizi çeken şeyin ne olduğunu düşünün ve bir girişimde bulunun: Okumak mı, öğrenmek mi? İkisi de aynı kapıya çıkar çünkü ana yol, eninde sonunda okumaya varır.
Doğru kaynakları bulduğumuzda elimizde bir kitapla öğrenmek ya da keyfi okumak çok daha uzun soluklu ve doyurucu olur. Sosyal medya ekranlarında sürekli yapay ışık altında kısa içerikler tüketmeye alıştığımız için, gerçek bir kitabın sunduğu dikkat ve yoğunluk çok daha farklıdır. Kâğıdın ele değmesi, sayfanın çevrilmesi, cümlenin içinde kaybolmak… Bunların tadı başka.
Elbette dijital ortamda da verim almak mümkün. Ama insanın önce kendini tanıyıp nasıl bir niyetle okuma yaptığını çözümlemesi gerekir. Bu noktada asıl mesele “okumanın kendisiyle yüzleşmektir.” Edebiyat burada devreye girer: Edebiyat bize hazır bilgi değil, kendi zihnimizde üreteceğimiz sorular ve cevaplar bırakır.
Okuma hazzını bir kez tattığımızda artık “tüketilen” değil, “tüketen” oluruz. İşte o zaman spot ışıkları altında parlatılmaya çalışan bir zihin yönetiminden çıkıp, kendi ışığını taşıyan bir zihne doğru adım atarız. Kafka’nın dediği gibi:
“Bir kitap, içimizdeki donmuş denizi kıran baltadır.”