Zamanda her şey uçsuz bucaksız bir hızla geçiyor. Geçen zaman; bizden, yaşantımızdan, davranışlarımızdan ve düşüncelerimizden bir rüzgar gibi esercesine geride bir şeyler bırakıyor. Davranışlarımız ve düşünce yapılarımız, zamanın ruhuna ve değerine göre şekilleniyor. Önceden aklımızda “doğru” olarak belirlediğimiz birçok şey, bugün bizim için bambaşka bir anlam taşıyabiliyor.
Zamanın ilerlemesi bizden çok şeyi alıyor; fakat bunlar, düşünsel yapımız açısından aslında iyiye varıyor. Zamanın çözemediği hiçbir şey yok. Üzüntüler, kırgınlıklar, sevinçler, mutluluklar… Bunlar her zaman hayatımızda olabilecek şeyler. Fakat biz her gün farklı bir kimliğe bürünüyoruz. Yaradılışımız ve Yaradan, her şeyi öylesine ince ayrıntısına kadar düşünmüş ki, bizler de bu akışa uyum sağlıyoruz.
Anların değerini kavramak, ona göre yaşamak, vakit geçirmek, duyguları gerçekten hissedebilmek bizim için çok önemli. Hayatın geçici olduğunun farkındayız; lakin bunu nasıl yürütebileceğimizi çoğu zaman kavrayamıyoruz. Bunun için de sadece farkında olmak yetmiyor, o farkındalığı hayat akışına doğru bir biçimde yerleştirmek gerekiyor. Böylece daha çok “anda kalmayı” başarabiliyoruz.
Bazı insanlar zamana, mekâna ve kişilere göre maske değiştirebilir. Fakat zamanla değişen şeyleri özünde kabullenen insanlar da vardır. Bu açıdan bakıldığında, zaman başlı başına çok derin bir kelimedir. Zamanın bize hissettirdikleri, büyüme eylemiyle birlikte değişen fiziksel ve ruhsal özelliklerimizde de kendini gösterir. Bazı insanlar zamanla olgunlaşır, bazıları ise hayatın eğlencesine kapılıp kendini başkalarına göre şekillendirir. Onların tek amacı bir kalıba sığmaktır.
Oysa önemli olan, her yaş döneminin farkında olmaktır: çocukluğun, gençliğin, yetişkinliğin, yaşlılığın… Her dönemin bilincinde olup, o döneme uygun yaşamak, farkındalığımızı artırır. Zamanın gerektirdiklerine ayak uydurmak, hayatın doğal akışına uyum sağlamamızı kolaylaştırır. Belki de hayat, anılarımızı değerli kılarak, güzellikleri içimize işler; ve biz, zamanın güzelliğinin, anlarında kaybolmanın ne kadar kolay olduğunu fark ederiz.
Belki de hayat, biz farkına varmadan kendi akışında bize sürekli dersler veriyor. Bazen bir kaybın ardından gelen sessizlikte, bazen bir kahkahanın içinde gizleniyor bu dersler. Zaman geçtikçe fark ediyoruz ki, aslında hiçbir şey tam olarak kaybolmuyor; sadece biçim değiştiriyor. İnsanlar, anılar, duygular… Hepsi bir şekilde varlığını sürdürüyor; biz hatırladıkça, hissettikçe.
Zaman bizi hem olgunlaştırıyor hem de sınavdan geçiriyor. Bazen sabretmeyi, bazen vazgeçmeyi, bazen de yeniden başlamayı öğretiyor. En önemlisi, her şeyin bir nedeni olduğunu ve hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediğini anlamamızı sağlıyor.
Bu yüzden zamanla savaşmak yerine onunla yürümeyi öğrenmeliyiz. Çünkü zaman, aslında bizim düşmanımız değil; bizi biz yapan, kimliğimizi yoğuran en büyük rehberimizdir.
Zamanın en güzel yanı, insana her gün yeni bir başlangıç sunmasıdır. Dün pişmanlıklarla dolu olsa bile, bugün yeniden doğmak için bir fırsattır. İnsan büyüdükçe anlıyor ki, aslında değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Her geçen gün, bizi daha çok kendimize yaklaştırır. Kimi zaman zorlayarak, kimi zaman inciterek ama mutlaka dönüştürerek.
Bir gün geriye dönüp baktığımızda, yaşadığımız her şeyin bizi bugünkü halimize getirdiğini fark ederiz. Her kaybın bir kazanç, her düşüşün bir öğretici yanının olduğunu anlarız. Çünkü zaman, insanın en iyi öğretmenidir; ne acele eder ne de geri döner. Sadece akar ve bizden öğrenmemizi bekler.
Bu yüzden hayat, akıp giden bu zaman içinde anlamını bulan bir yolculuktur. Bu yolculukta önemli olan hız değil, farkındalıkla ilerlemektir. Her yaş, her dönem, her duygu bize yeni bir bakış açısı kazandırır.
Ve belki de en sonunda anlarız ki; zamanın değeri, onu yaşarken ne kadar “var olabildiğimizle” ölçülür.