Yaşanılan Her Şey Gerçekten Duygulardaki Hissetme Dozunun Etkisi Miydi?

tarafından
Eylül 18, 2025
görülme

Doğup büyüdüğüm yerde tüm duygular en üst seviyede yaşanırdı. Çevremde görebileceğim herkesin yaşadığı şey, kısa sürede herkesin kulağına giderdi. Kırgınlıklar, kızgınlıklar, sevinçler… Her şey ulaşılabilir, tek bir kişinin değil, herkesin sorunu olurdu. Bu sebeple, daha küçük yaşlarda bile ne hissetmemiz gerektiğini, olayların nasıl olması gerektiğini çok iyi bilirdik.

Yaşamak, hissetmek, yaratmak… Bunlar aslında küçükken edindiğimiz çevreyle çok ilgiliydi. Arkadaş çevremle neredeyse her gün camdan birbirimize seslenip mahallede buluşurduk. Oyunlar, sohbetler, her şeyi en derinden yapmaya çalışırdık. Çocuk oyunlarının dışında birbirimize görevler verirdik; herkes yeni bir oyun kurar, onu tanıtır, sonra hep birlikte oynardık. İçimizde hep bir üretme arzusu olurdu; bu bizi zinde tutardı. Bazen de oyun oynamak yerine oturur, küçük olmamıza rağmen hayat üzerine tefekkür ederdik. Sorular sorar, konuşur, fikir alışverişi yapardık.

Şimdiki benliğimin çoğunu aslında küçüklüğümde kazandım diyebilirim. Evde düzen kurmayı çok severdim. Sabahları herkes uykudayken erken kalkar, evi toparlar, biraz kahvaltılık hazırlar, sonra sevdiğim çizgi filmi izlerdim. Annemin bununla mutlu olacağını bilmek bana da mutluluk verirdi. Ablamlar ve kardeşim için de odamıza plan program yazdığım bir kâğıt asardım; kitap saati, film saati, oyun saati, temizlik saati… Ve onların buna uymasını sağlardım.

Sadece evde değil, arkadaşlarımızla da kitap saati yapardık. Kitap okuyup bize ne hissettirdiğini birbirimize anlatır, kitaplarımızı ödünç verirdik. Hem klasik eserler hem de genç kurgu okumaya çalışırdık. Özellikle Khaled Hosseini’nin kitaplarına çok bağlanmıştık. Bir de genç kurgu kitaplarından Ay Çöreği vardı; orada yazar, kendi mahallesini tasvir ederken şöyle diyordu:
‘Yol çıkmaz, laf çıkmaz, adam çıkmaz, söz çıkmaz. Kendi dünyamıza kolay kolay dışarıdan kimseyi almazdık. Burada sahip olduklarımızı da kolay kolay kimseye kaptırmazdık.’

Bu satırları okuduğumuzda resmen bizim mahalleyi anlatıyormuş gibi hissetmiştik. Yıllar geçip de oradan taşınmamıza rağmen halen aklımdadır; benim güzel Kadifekale’m.

Belki de bugün hiçbir çocuğun tadamadığı hisleri ben orada tattım. İyi ya da kötü, hepsini… Balkonda yaptığımız kahvaltılar, kuzenimle bileklik ve kolye yapışımız, kitap okuma saatleri, okuldan sonra birlikte yaptığımız ödevler… Hepsinin hissettirdikleri o kadar kuvvetli ki; bazen bir dizide gördüğüm sahnelerde, bazen yollardan geçerken, bazen de bir çocuğa bakarken o günlere dönüyor gibi hissediyorum.

Oradan taşınırken bu duygularla çok sarsıldım. Ama sonrasında kendimi daha iyi keşfettim. Baş başa kalmanın, kendimle uğraşmanın ne demek olduğunu bilmiyormuşum, bunu anladım. Hep etrafımda birilerinin olması gerektiğini sanıyordum. Çünkü ben böyle büyümüştüm. Ailem de bana bu hissi aşılamıştı.

Taşındıktan sonra sessizlik ve yeni bir döneme başlamak, kalabalığın etrafımdan çekilişi bana kendi içime ve ruhuma bakmayı öğretti. Yalnızlık beni ilk başta depresyona sürüklenir gibi hissettirse de zamanla bana dinginlik ve huzurun en güzel yanını sundu. Hayat, meğer yalnız kalıp kendimi keşfetmem, sorularımın ve kim olduğumun yanıtını bulmam için bana olanak sunmuştu.

Şimdi dönüp bakınca düşünüyorum da, belki de yaşadığımız olayların kendisi değil, onları ne hissederek yaşadığımız bizim kim olduğumuzu belirliyordur.

Duygularımızın yoğunluğu, hayatı biçimlendirmemizde en önemli rehber oluyor. Bu yüzden çocukluğumun o yüksek dozda yaşanan sevinçleri ve kırgınlıkları, beni ben yapan en önemli taşlar oldu. Yalnızca kendi benliğim için değil; aileme, çevreme ve değer verdiğim insanlara bakış açımda da bu duyguların izini görüyorum. Onlar, hayatımda kabuk bağlayan ama aynı zamanda beni güçlendiren izler bıraktılar.
Belki de hayat, çocukluğumuzda tattığımız o yoğun duygularla başlıyor; kalabalığın içindeki coşkuyla şekilleniyor ve yalnızlıkla olgunlaşıyor. Bugün kim olduğum, neye nasıl baktığım, en çok da hissetmeyi nasıl öğrendiğim; mahallemdeki kahkahalardan, kırgınlıklardan, paylaşımlardan ve sonrasında gelen sessizlikten besleniyor.

Çocukluğum bana kalabalığın değerini, gençliğim ise yalnızlığın gücünü öğretti. Ve şimdi biliyorum ki, insanı var eden şey yalnızca yaşadıkları değil, onlarla nasıl hissettiğidir.

Ben Felekşah,21 yaşındayım.Fransız Dili ve Edebiyatı 3.sınıf öğrencisiyim.Aynı zamanda Yeni Medya ve Gazetecilik okuyorum, okuduğum bölümler sayesinde bu alanlarda üretip ve paylaşmak için sabırsızlanıyorum.Kendi içimde biriken tüm sesleri burada yankılayıp siz okurlarıma sunmak büyük bir motive kaynağı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.