Günümüz dünyasında sosyal medya, neredeyse nefes almak kadar doğal bir alışkanlık haline geldi. Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor; önce kim ne paylaşmış, hangi haber gündemde, kaç beğeni almışız ona bakıyoruz. Yolda yürürken, kahve molasında, hatta arkadaşlarımızlayken bile bir gözümüz ekranda. Sosyal medyayı artık sadece boş vakitleri doldurmak için değil, hayatı yaşarken aynı anda belgelemek ve paylaşmak için kullanıyoruz. Attığımız her adım, yediğimiz yemek, gittiğimiz mekan bile paylaşılmaya değer mi diye düşünüyoruz. Sosyal medyayı sadece bir platform olarak değil, günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline getiriyoruz.
Sosyal medya, yalnızca başkalarıyla iletişim kurduğumuz bir alan olmanın çok ötesine geçmiş durumda. Artık kendimizi nasıl gördüğümüz, nasıl hissettiğimiz ve kim olduğumuzu nasıl tanımladığımız üzerinde de ciddi bir etkisi var. Peki, her gün elimizin altında olan bu dijital dünya, benlik algımızı nasıl şekillendiriyor? Daha da önemlisi, biz farkında olmadan kimliğimiz sosyal medyada gördüklerimizle mi dönüşüyor?
Filtreler Gerçeği Örtüyor mu?
Sosyal medyada karşımıza çıkan kusursuz hayatlar, aslında çoğu zaman dikkatle seçilmiş ve filtrelenmiş anlardan ibaret. Instagram’da paylaşılan pürüzsüz ciltler, mükemmel vücutlar ve renkli yaşamlar… Hepsi ne kadar gerçek? Bir genç, sık sık filtreli fotoğraflar paylaşırken zamanla aynadaki yüzünden rahatsız olup yabancılaşabiliyor. Filtreyle güzelleştirdiği yüz, artık gerçeğinden "daha kabul edilir" hale geliyor. Bu da fiziksel benlik algısında ciddi bozulmalara yol açabiliyor.
Beğeni Sayısı = Kişisel Değer mi?
Dijital dünyanın puanlama sistemleri zamanla kişisel değer ölçütlerine dönüşebiliyor. Az beğeni moral bozukluğu yaratırken, çok beğeni yapay bir özgüven sağlayabiliyor. Bu durumda kişi, gerçek benliğini değil; sosyal medyada en çok beğenilen "versiyonunu" yaşamaya başlıyor. Gerçek benliğinden uzaklaşan birey sosyal medyada “daha çok beğenilen” versiyonuna dönüşmeye başlıyor. Bu durum, Carl Rogers’ın psikoloji literatürüne kazandırdığı ideal benlik ve gerçek benlik çatışmasını gözler önüne seriyor.
Benlik Kuramları Ne Söylüyor?
Rogers’a göre benlik, kişinin kendisiyle ilgili olan düşünceleri, algılamaları ve kanaatlerini içerir. Benlik bilinci kişinin kendisini nasıl gördüğünü özetler. Benlik bilinci iyi, kötü ya da ortada olabilir. Rogers’a göre kişilerin bir gerçek benlikleri bir de ideal benlikleri bulunmaktadır. Eğer kişinin ideal benliği yüksek veya düşük ise ve ancak gerçek benlik ideal benliğe ulaşabiliyorsa o zaman ahenkli bir benlik uyumu görülmektedir. Aksi bir durumda ortaya sorunların çıkacağı görüşü ortaya atılmaktadır.1 Rosenberg, benlik kavramını, kişinin kendine yönelttiği duygu ve düşüncelerin bir toplamı olarak açıklar. Benlik kavramı kişinin sosyal kimliğini tanımlar (Rosenberg, 1965).2
Sürekli Karşılaştırmak Yıpratıyor
Sosyal medya, bir kıyaslama alanı. Herkes en iyi anlarını paylaşıyor. Sosyal medya sürekli bir karşılaştırma ortamı yarattığı için, bireyler kendi hayatı ile başka bireylerin hayatlarını devamlı kıyaslamaya başlar. Bu durum ise yetersizlik hissini artırmakta; kişinin eksik ya da başarısız hissetmesine sebep olmaktadır. Sosyal medyada yansıtılan bu yaşantılar kusursuz olmamakla beraber, gerçeklik konusunda da net bir durumu ifade etmemektedir.
Sahte Kimlikler, Gerçek Sorunlar
Birçok kişi sosyal medyada olduğundan farklı bir kişiliğe bürünebiliyor. Çoğunlukla sosyal medya kullanıcıları belirli bir rol oynamak zorunda hissedebiliyor. Bazı kullanıcılar sosyal medyada “duygusal farkındalık” ya da “psikolojik iyilik hal” temalı içerikler paylaşarak olgun, çözüm odaklı bir imaj çizerken; gerçekte kendi sorunlarıyla baş edemeyebiliyor. Dışarıya “iyiyim” imajı vermek için performans sergilemek, gerçek duygularla yüzleşmeyi zorlaştırabiliyor. Gerçekte içine kapanık biri, dijital dünyada aşırı sosyal biri gibi davranabiliyor. Bu yapay kimlikler, bir noktadan sonra bireyin “Ben kimim?” sorusuna verdiği cevabı da bulanıklaştırabiliyor.
Trendler Arasında Kimliğimizi Yitiriyor muyuz?
Sosyal medyada gerçekten kendimizi mi yansıtıyoruz, yoksa bir “versiyonumuzu” mu? Moda, makyaj, yaşam tarzı… Sosyal medyada hızla değişen trendler, özellikle gençleri etkiliyor. Örneğin; moda ve stil söz konusu olduğunda sosyal medyada devamlı popüler olan ve sürekli değişen durumlar söz konusu. TikTok ya da Instagram’da popüler olan estetik akımlara uymak için sürekli tarz değiştirmek, kişiyi bir süre sonra şu soruyu sormaya iteleyecek “hangi tarz bana ait?” Kendi tarzını bulmak yerine, geçici trendlerle kimlik oluşturmaya çalışmak ise uzun vadede bireysel kimliğin bulanıklaşmasına neden olabiliyor.
Gerçek Bir Tehlike: Psikolojik Bozukluklar
Sosyal medya, kendi benliğimizden çaldığımız bir vitrin haline geldiğinde tehlikeli bir araca dönüşür. Sahte kimliklerle benlik algımızı yitirmek, uzun vadede psikolojik sorunlara da kapı aralayabilir. Kendi bedenini idealize edilmiş bir bedene dönüştürmek için zayıflamaya çalışan bir bireyin anoreksiya hastalığına yakalanması bu duruma örnek gösterilebilir. Anoreksiya, kilolu ve kötü bir bedene sahip olma korkusuyla karakterize olmuş bir yeme bozukluğudur.3 Anoreksiya aynı zamanda ruh sağlığını da etkilemektedir. Sosyal medyanın acımasızlığı maalesef burada devreye girmekte, gönderilere yapılan yorumlar ve atılan mesajlar yavaş yavaş bireyi etkilemektedir. Nihayetinde ise birey, bu girdaba çekilmektedir.
Peki, Gerçekten Kendimiz Olmaya Ne Zaman Cesaret Edeceğiz?
Belki de kendimize sormamız gereken en önemli soru şu: Sosyal medyada gerçekten kendimizi mi ifade ediyoruz, yoksa başkalarının görmek istediği kişiye mi dönüşüyoruz? Takipçi sayıları, beğeni oranları ve algoritmalar arasında sıkışıp kaldığımızda, benlik algımızı başkalarının onayına göre şekillendirmeye başlıyoruz. Bu da zamanla bizi, kendimize yabancılaştırıyor; kim olduğumuzu unutuyoruz.
Sosyal medyanın benlik algımız üzerindeki etkisini kabul etmek ve bu etkiyi sorgulamak, daha sağlıklı bir dijital yaşam için önemli bir adım olabilir. Çünkü sanal dünyada oluşturduğumuz sahte profiller, beraberinde sahte duyguları da getiriyor. Oysa gerçek bir yaşam, ancak kendimizi olduğumuz gibi kabul etmekle mümkün. Belki de içten duygular, özgün kimlik ve huzurlu bir yaşam için yapmamız gereken tek şey şu: Filtreleri kaldırmak ve cesurca kendimiz olmak.
Kaynakça:
Takip Et