Kitapla İlk Karşılaşma ve İlk İzlenimler
Hepimiz yaşamışızdır, kitapçıda gezerken yüzlerce hatta binlerce kitap arasından bir kitap çarpar gözümüze. Adının çarpıcılığıyla veya büyüleyici kapak tasarımıyla sizi kendine hapseder. Hatta öyle kapılıp gidersiniz ki belki de konusunu dahi okumadan satın alırsınız. İşte, Gizli Bahçe böyle bir kitaptı benim için. Arka kapağını, satın alıp eve geldikten sonra okumuş ve doğru bir tercih yaptığım kanaatinde olarak mutluluk duymuştum. Okumaya başladığımda ise tek oturuşta kitabı yarıladığımı söylesem ne kadar sevdiğimi ifade edebilirim sanırım.
Gerçekten, kelimenin tam anlamıyla beni büyüledi Gizli Bahçe. Aslında beni büyülemesinin asıl sebebi kitabın fantastik bir yanının olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu, çünkü arka kapağında kapısı kilitli 100 odalı bir malikaneden, anahtarı toprağa gömülü gizli bir bahçeden ve malikanenin içinde geceleri duyulan tekinsiz ağlama seslerinden bahsediliyordu. İtiraf edin, siz de fantastik bir kurgusunun olduğuna kanaat getirdiniz. Ancak kitaba başladığınızda öyle olmadığını göreceksiniz. Daha başka, daha farklı bir imajı var kitabın. İnanılmaz güçlü bir alt metni var.
Okuduktan sonra kapak tasarımının bile ne kadar manalı olduğunu fark ediyorsunuz. Kısaca konusunu anlatacağım sizlere. Ancak geçmeden önce şunu söylemek istiyorum, bu kitap yorumunu yazarken Sayın Beyhan Budak’ın videolarından yardım aldım, bu yüzden ona teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Kitabın Konusu
Kitabımız ilk başta çok kısa bir süre Hindistan’da, sonra da İngiltere’de geçmekte. Başkarakterimizin adı Mary Lennox. Kendisi küçük bir kız çocuğu olmakla birlikte oldukça şımarık, öfkeli ve mutsuz ruh haliyle bilinmektedir. Bu özelliklerin kendisinde yer etmesinin asıl sebebi ebeveynlerinin sorumsuzluğundan, onların küçük Lennox ile hiç ilgilenmemelerinden dolayı olduğu aşikâr. Öyle yalnız ve ilgisiz büyüyor ki sevgi görmemiş bir çocuktan sevgi beklemenin hata olduğunu ve sevgisiz büyümenin bir çocuğa yapılacak en büyük kötülük olduğunu görebiliyorsunuz. Çocuk yetiştirmeye dair birkaç ipucunun da kitabımızda yer ettiğini görüyoruz böylelikle.
Neyse, bir zaman sonra Hindistan’da yaşanan bir salgın sonucu Mary tüm ailesini kaybeder. Gidebileceği tek yer olan vefat eden halasının eşinin İngiltere’deki malikanesine taşınır. Asıl olaylar buradan itibaren başlamaktadır zaten. Mary’nin ilk zamanlar huysuzluğu devam etmekte ise de zamanla yaşadığı köklü değişime siz de hayranlıkla şahit oluyorsunuz.
Küçük Mary’nin gizli bir bahçenin anahtarını bulmasıyla başlıyor her şey. Ardındansa en az kendisi kadar huysuz kuzeni Colin ile tanışması ve onu da iyileştirmesiyle devam ediyor büyülü yolculuğumuz. Colin’den de biraz bahsetmek gerekiyor sanırım. Colin Mary’nin kuzeni ve annesi öldüğünden beri babasının sevgisine muhtaç bir çocuk olarak büyümüş. Her an öleceği korkusuyla yaşayan Colin’i okurken kendine bu kadar acımasını okumak Beyhan Budak’ın videolarının birinde gördüğüm şu psikolojik gerçeği getirdi zihnime;
‘’Kendine acıyan insanların odak noktaları kendileridir, sanki sahnede kendi hayatlarının dramı oynuyordur. Bunun arkasında ise gizli bir bencillik vardır.’’
Colin’i okurken bu düşüncenin ne kadar somut bir şekilde var olduğunu görebiliyorsunuz. İşin en ilginç tarafı ise bence bencillik ve kendine acıma duyguları arasında böylesine bir bağ oluşu. Daha önce bu yönden bakmadığım için bu fikrin beni oldukça etkilediğini belirtmeliyim. Ayrıca Colin hasta ve öleceği düşüncesine kendini öyle kaptırmıştı ki gerçekten de fiziksel anlamda çok kötü bir durumdaydı. Nietzsche’nin de dediği gibi; Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar. Colin, uçuruma baktığı için gökyüzünün maviliğini göremiyordu, tek görebildiği karanlık, uçsuz bucaksız ve korkutucu uçurumdu. Bu durum da bizim olduğumuz durumu şekillendiren asıl şeyin hislerimiz ve düşünme biçimimiz olduğunu açıkça sergiliyordu. Yazarın birikimine ve ifade gücüne bu satırları okuduktan sonra hayran oldum. Colin’in ruhsal bunalımını bu kadar iyi ifade etmesi ve bu bunaltıdan çıkmanın çözümünü de okura beraberinde sunması inanılmaz bir birikim gerektirir diye düşünüyorum.
Bu kitabın ne kadar derin bir psikolojik temelin üzerine oturulmuş olduğunu şu gerçekle de görebiliyoruz. Şöyle ki; kendine acıyan insanların yaşadığı ruhsal bulantıdan çıkmak için yapmaları gereken şeyin yalnızca sorumluluk almak olduğu ve sanki kesin bir biçimde başarabilecekmiş gibi kendine acıdığı yönünün üzerine gitmesi. Ki zaten Mary’i de Colin’i de iyileştiren asıl şey ise sorumluluk almak ve bir şeylere iyi geldiklerini görmeleriydi. Kitapta da bu inancı sihir olarak tanımlıyorlardı, bir şeyi ne kadar çok söylerlerse sihrin etkilemeye başlayacağını ifade ediyorlardı. Oysa asıl sihir onların içlerinde, inançlarının kuvvetinde gizliydi. Mary ve Colin’in ruhlarını iyileştirmelerine şahit olmak, gerçekten tanımlanamaz bir histi.
Eklemek istediğim diğer şey de şu olacak. Mary’nin o bahçeyi tasvir edişi ve sevgisini esirgemeden emek emek işlediği o hasta arazinin gece gündüz demeden hayalini süsleyişini okumak okurun zihninde şöyle bir soru yeşertiyor; peki benim canım pahasına kendimi adadığım bir uğraşım var mı gerçekten, ya da bir uğraşın değerli olması için illa çok yüce bir amaca mı hizmet etmek zorunda olması gerekiyor? İlla somut olarak hayat kurtarınca mı o uğraş faydalı bir hale geliyor? Gerçekten, bu sorular zihnimde dolanıp durdu. Sonra fark ettim ki Mary’nin hem kendini hem de Colin ve babasının ruhunu yeniden yeşerterek onlara yardımcı olduğu aklıma geldi. Mary’nin tek yaptığı şey aslında onlara bir amaç vermekti, uğruna çabalamaya değecek, umut edebilecek bir amaç.
Kitabı sevmemdeki bir diğer etmen elbette ki bahçecilik oldu. Ben bahçeyle uğraşmaya, bir şeyler yetiştirmeye bayılan bir insanım. Mary’nin bu uğraşı öylesine güzel tasvirleyişi beni bu hobime daha çok bağlamakla birlikte doğanın iyileştirici gücüne vurgu yaparak bir şeyler yetiştirmenin insan ruhuna olumlu yansımasını daha net görmemi sağladı.
Son söz olarak bu kitaptan çıkardığım en değerli düşüncelerden bir tanesi şu oldu: Uğruna çabalanacak şeyin muhteşem durumda olmasına gerek yoktur, yeterli emek ve inanç ile köhne bir arazi bile size gül bahçesi vadedebilir. O yüzden, hayata meydan okumaya devam etmek, sanki kesin bir biçimde başaracakmış gibi inanmak lazım. Çünkü ancak bu şekilde sihir etkisini gösterebilir.